0

Klavuzu Google olanın burnu Facebook’tan çıkmazmış

Gençler nerede, ne yapıyorlar diye soranlara “net” bir cevabımız var. Gençler internet’teler. Sanal dünyada 24 saat yetmiyor onlara. Orada seyrediyor, sohbet ediyor, alış veriş yapıyor, okuyor, yazıyor, kısacası orada yaşıyorlar. Yaşadıkları dünyanın kuralları “net” değil ama. Orası edep, ahlak, görgü ve terbiyenin çok bulunmadığı bir dünya… “Her şey sanal çünkü” deyip geçemeyiz çünkü harcanan para, yiten vakit ve alternatif maliyetler can yakacak kadar gerçek. O yüzden bu dünyanın da bir edebi ve ahlakı olmalı. Niye geldiğimiz belli olan bir dünyada yaşıyorsak, sanal dünyada da neyi niye yaptığımızı bilmeliyiz.

İnternetin bize sunduğu imkânları ve ortamları kullanırken, temel ölçümüz ne olmalı? Bizce şu: Bulunduğumuz ortam, aklımızı kullanmak ve aklın ürünü bir şeyler sunabilmek konusunda nasıl bir amaca yönelik olarak işliyor? Daha çok ne tür duygularımızı hareketlendiriyor? Ve temas halinde olduğumuz ortam,  kendimizle aklımız ve fıtratımız arasında nasıl bir iletişim ya da iletişimsizlik doğuruyor?

Facebook’tan, Orada Sarf Ettiğin Zamanın Karşılığı Olacak Değerde Ne Elde Ettin?

“Anlık” bazı duygulanımların, eğlencelerin, üç beş gün sonra unutulan paylaşımların dışında, senin kişiliğini ve aklını geliştiren kazanımlar elde edebildin mi? Bu sorular zaman harcadığımız tüm internet siteleri için geçerli. Çünkü internette bulunduğumuz her anda normal hayatta görüşlerini benimsemediğimiz bir sürü şirkete/ideolojiye maddi destek de vermiş oluyoruz. Eğer bizi facebookta, twitterda, çeşitli blog, forum ve sözlüklerde tutan sebebin, bu götürüleri -en azından- manen telafi edebilecek tarafları yoksa, hem madden hem de manen zarardayız demektir. Çünkü bir parçası olduğumuz internet sitelerinin, oluşumların bizim de reyting katkımızla sağladığı reklam gelirleri hangi inanç/kültür/ideoloji doğrultusunda sarf edildiğini çok bilmiyoruz. Bunu, getiri-götürü mukayesesini kıyaslamaksızın yaşamak bir asalaktan farksız olmak anlamına gelmez mi?

Ulaştırma Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de internet kullanıcısı sayısı 35 milyonu aşmış durumda. Avrupa’da 7. sıradayız. Dünyada Japonya’dan sonra bilgisayar piyasasında en çok para dönen ülke Türkiye. Ve bilişim, krizde Türkiye’nin ilerlemeye devam eden tek sektörü. Yani, internet ve bilişim sahası mutlaka doğru kullanılması gereken bir saha. Ciddi paralar dönüyor. Dönen pastadan pay kapmak için ilkeli/ilkesiz bir sürü ortam ve ürün peyda oluyor. Bu ortamlar, çeşitli zevklere ve bağımlılıklara hitap ederek “hit” olmaya çalışıyor…
Şimdi, facebook, twitter, blog, forum ve sözlükler üzerinden internet ahlakı denebilecek bazı tercihlerimizi ve adab-ı muaşeret türünden hareketleri konuşmadan önce, bazı olgusal durumları işaret edelim.
İçinde bulunduğumuz çağ, son şekliyle post-modern çağ bizleri bazı şeylere yönlendiriyor. Özellikle enerjisi ve ekonomik pazar alanını belirleyen nedenleriyle gençlik üzerine doğru yapılan bazı hamleler var. Paranın daha fazla paranın, yani kapitalizmin ilkeleri, popüler kültürün yönlendirmeleri ve “herkese daha fazla hürriyet” vadeden post-modern, liberal denklemlerin uyumunda ortaya çıkıyor bu hamleler. Bu hamleler insanın var olma amacını saptıran, insanı eğlendirerek öldüren, insanlara sevgililer, sosyal ağlar ve küçük sanal popülariteler/iktidarlar hediye eden, insanları her şeyden haberdar olan ama bir iddia sahibi olmaktan uzaklaştıran, birer kültür züppesi haline dönüştüren ve onlara asla gerçek iktidarı hediye etmeyen hamlelerdir. Bir arada ve bir sürü sosyal-sanal ağın içinde yaşarken aynı zamanda şiddetli bir bireyselliğin çizgisine yönlendiriliyor insanlar. Bünye/fıtrat, kimlik ve inanç parçalanıp yok edilmeye çalışılıyor. Parçalılığın, göreliliğin, “sana göre doğru bana göre değil, ama ikisi de güzel”in çağındayız. Önce neyle karşı karşıya olduğumuzu fark etmemiz lazım. Gücümüzü nasıl kullanacağımıza ancak o zaman karar verebiliriz.
Post-modern çağın büyük ekonomik ve siyasi güçleri genç insana diyor ki:  “Parçalara hakim ol, küçük iktidar alanları kur, büyük kariyerin, şöhretin ve paranın basamaklarını inşa et, anı yaşa ve hızdan zevk al, parçalılığı göreliliği baş tacı et, bütünlüksüz bilgiyle zihnini kur, bütünlüksüz ve hatta tarihsiz bilgiyle de sen sen olabilirsin, hayattan zevk alabilirsin, kültür hem bir incelik derinlik hem de bir eğlencedir, fakat neden daha fazla eğlenmiyorsun..

“Anı yaşa” sloganının hayatın her alanında bu denli kendini hissettirdiği bir dönem olmamıştı. Gündelik hayatta bunun ahlakî ve içtimaî alanda olumsuz etkilerini zaten son 15-20 yıldır ciddi şekilde görmekteyiz. Fakat internet ortamında da son dönemlerde çok etkili ve hızlı bir çöküş görünmekte. Normalde herhangi bir parkta oturan herhangi bir bayana gidip de çok güzel olduğunu söyleme cesareti olmayan ama netten bir şekilde bulup iletişim kurduğu bayanlara amiyane tabirle asılan “pısırıklar”ın ihtişamlı akınlarının arzı endam ettiği bir çağda yaşıyoruz: İnternet Çağı! Burada sözü edilen genç, belki de o bayanla, normal hayatta korkaklığından değil de edebinden konuşamayacakken, net ortamında kendini iflah olmaz bir çapkın olarak buluyor. Bu, küçük bir oranda o gencin zayıf istidadından kaynaklanıyorsa da daha çok internetin arzu ve hevesleri “hür” bir şekilde kullanmamıza yarayan yapısından kaynaklanmaktadır. Genç Dergisi